4 Şubat 2012 Cumartesi

Alize, Savaş ve Aşk Üçlemesi

Yuvarlak dünyanin dört köseli insanlarinin arasinda ne kadar anlasilmaz ve yorgunsun Alize
Elindeki içtigin sigaranin her dumaninda çizdigin resimlerin yogunlugu,asklarinin aciligi
Kalbinde ise hayatin kosusturmacaligi arasinda kalmis savasin var
Her gün ayni mahallenin ayni bakkalinin önünden geçerken
Ayni insanlarin tuhaf bakislarinin altinda hüküm giyerken
Erkeklerin aç , kadinlarin kiskanç bakislarinin altinda yine de ay kadar parlak, yildizlar kadar
uzaksin Alize

Kimse inanmiyor buraya tasinmanin sebebinin ask olduguna
Duvarlarda duran kurumus sarap lekelerinin yeni eserlerin olduguna inanacak kadar da saflar hani
Yerlerde okunmus,firlatilmis,altlari karalanmis cümleciklerin seni anlatacagini sanip
Nasil da istahla okuyorlar yüzüne bile bakmadigin kagitlari

Sen Alize kimsenin anlayamayacagi kadar karisiklasmis
Yer yer dügümleri açilmaya çalisilmis
Bir halat kadar kalin
Bir igne ipligi kadar incesin

Acimasiz sorulari var degil mi insanlarin sana karsi
Biçak kadar keskin,akrep gibi yaraayici
Ama bu dudaklarina yerlesmis sahte olup olmadigindan hiç süphe edilmemis gülümseyisin var ya
Nasil biçaklari köreltip,akrepleri yaraliyor Alize

Bu sabah evime geldi tiknaz bir genç, elinde bir yerlerden kaptigi kaydetme cihazi
Senin öldügünü benim ise ne düsündügümü sordu
Senin öldügünü söyledi Alize inanabiliyor musun
Aglayamadim Alize aglayamadim

Disarida yagmur yagiyordu tam senin sevdigin gibi
Nakis nakis isledigin sarap lekeleri duvara sanki benim resmimi çizmisti
Firlatilmis kagitlari toplayan gazetecileri gördüm Alize
Telasli , senin pesinde
Ben ise seni yere uzanmis bedeninde
Sahte olup olmadigini hiç süphe etmedigim dudagina takilmis gülümsemende ariyordum

Intihar ettigini söylediler ,uyku ilaci içmissin
Sen de mi ölmeyi düsünecek kadar umutsuuzlastin Alize
Seni tanidigimda nasil genç,nasil heyecanliydin
Hayat için kurdugun renklerle süslü hayata ne çabuk eristin
Ama o süslü hayatinda sade insanlara yer yoktu Alize hiç farkedemedin
Her süslü insana kendin gibi sanirken ,ne çok aci geçirdin,ne çok biçak yedin sirtindan en
önemlisi kalbinden
Yapma dedigimde ise elindeki sarap bardaklarini duvara firlatirdin
Anlamsizlastigini söylerken duvarda süzünlen her sarap damlasi kalbime akardi Alize
Ama dur demeliydik degil mi
Ama dur diyemedik
Ayrildik
Sandik ki ayrilinca hem sen hem ben mutlu olacaktik Alize
Ne komik
Olamadik
Seni herkes ya ask kadini
Ya da savas kadini yapti
Kimse ise benim gibi
Seni Alize Savas Ask üçlemesinin kadin kahramani olarak yaratmadi 


 © Tüm hakları  İpek Sahra Özgüler' e aittir.

 
Not: Dergicik 26. sayıda yayımlanmıştır.
http://kedt.ncc.metu.edu.tr/dergi/26/ adresinden ulaşabilirsiniz.

Heykeltraş

Dergicik 26. sayıda yayımlanmıştır.
http://kedt.ncc.metu.edu.tr/dergi/26/ adresinden ulaşabilirsiniz.

Çirkin Yelpaze Koleksiyoncusu

Ellerinde tutuğun güller var ya
Sözlerinde sakladığın öyküler
Birer birer buruşturup attığın sende duran sövgülerimdi
Bir ucundan başlayıpta bir girdabında yitirdiğin hem benim masalım,hem senin öykündü
Çirkin yelpaze koleksiyoncusu derdin adıma
Nedenselliğini çoktan fırlatıp attığım kağıtlar cayır cayır yanıyordu volkanları patlamış
ateşlerimde
Yollara çıkıpta yolları yarım bırakıp biraz da terkedip geldiğim bir hercai akşamıydı
Tüm şiirleri öylesine terkettiğim

Dağın tepesinde duran haşmetli bir o kadar da yalnız o şatoya seni ben davet etmedim
Sen süzüldün
Kapıları kementlenmiş yolların kapılarını da ben açmadım
Bir teknenin kıçından düşmek gibiydi bütün günün doğuşu ,günün batışı
Ben en çok kabul ettiğini bildim çiçekleri savrulmuş bu çorak şatonun kırsallığını sevdim
İlk geldiğinde şatoya yzüme öyle bir baktın
Gözlerinde saklanmış o anlamlı bakışı maalesef saklayamamıştı dudaklarının uç kısmında
saklanmış sahte gülümseme
Adım Rosa dedin
Duraklayarak çıktı adının iki hecesi dudaklarından
Sanki ilk hecesi kendini kaybetmişti de sonradan ardına eklenmişi ikinci hece
Bende dedim
Yelpaze koleksiyoncusu Bernard
Bernard ismine sahip olanların güzel olduğunu umar gibiydin
Düşlerini yıkmışım gibi baktın
Gözlerin Çirkin Yelpaze Koleksiyoncusu diyordu

Uzun bir öyküydü herşeyin başlangıcı ve bitişi
Elinde duran güller benimdi vermeliydin

Sözlerin hançer gibi yaralıyordu,biliyordun ama inatla saygısızca biraz da fütursuzca kağıdın
üzerine gözlerinin söylediklerini yazıyordun
Çirkin Yelpaze Koleksiyoncusu Bernard Bey gitmeliyim
Kelimeler nasılda o masum duran yerlerinden çıkıp gitmişlerdi
Beni kelimeler nasıl bir ateşin içine sevketmişlerdi
Elimde duran kağıdını tek tek parçalara ayırıp önümde duran sakin dereye attım
Birden kelimeler canlanıp derenin üzerine resmini çizdi
Kızıl saçların alevlerin içinde ezilmekteydi
Suyun içinden ellerini uzattın bana
Tutmalısın elimi Bernard dedin
Gözlerindeki sahte gülümseme gitmiş yerinde acı vardı
Acı bütün aşkları içinde boğardı
Sen o suyun içinde yanarken alev alev
Ben bütün çocukluk düşlerimi fırlattım pencereden
Duvarları kocaman bu şatodan
Sonra da kendimi fırlattım
Alev alev yanmaktaydım

"İyi uykular Bernard ,İyi uykular"………… 


 © Tüm hakları  İpek Sahra Özgüler' e aittir.


Not: Dergicik 27. sayıda yayımlanmıştır.
http://kedt.ncc.metu.edu.tr/dergi/27/ adresinden ulaşabilirsiniz.

İsimsiz

evet
doğru
onu tanımam
yıllar ama yıllar sürdü
aslında hala bile tanıdığımı iddia etmem gülünç olur
o zaman şöyle düzelteyim
onu tanıdığım kadar tanımıyorum


nasıl mı?


onun kokusu o kadar belirgin ki
teninin kokusunu kendi tenimin kokusundan daha çok biliyorum
ona yaklaştığımda
sokulduğumda
tuhaf bir huzur bürüyor içimi
en acı yaraları
en şiddetli fırtınaları
en ağır yağmurları
geçirecek bir güç var onda
bazen büyücü olduğunu düşünüyorum
öyle bir büyücü ki
hiçbir zaman sana kötü günler söylemiyor
vaad ettiği
her zaman güneşli günler
pırıltılı geceler
en mutlu yaşam
onun  saçtığı ışıktan alamıyorum kendimi
ve bir kelebek gibi
dönüyorum etrafında


oysa ki
tanımıyorum onu bir yandan da
yaşadığı en büyük mutsuzluk neydi
kimdi onu kıran
kimdi onu hançerleyen bilmiyorum
yaraları öyle saklı yerlerde ki
onlara ulaşmak mümkün değil
neşesizliği var mı
derdi var mı
görmüyorum
buzlu bir camın arkasında kalmış bir yarısı


onu bundan 31 sene  artı dokuz ay önce tanıdım
evet besledi beni
ilk önce kanıyla
sonra sütüyle
ve bir yerlerde beni beslemek için hala bekliyor
derdim olunca koşacak
beni hiçbir zaman yargılamayacak
elimden tutacak
yanımda duracak
gün gelip düştüğümde tek onu bulacağım
yine dertlerimi buzlu camın ardına atmış
gülümseyen  biçimde


o da farkında bendeki iniş çıkışları
ben ki bugün silebilirim herşeyi
bir öfke uğruna
ben ki bugün aşık olabilirim
dün nefret ettiğim birine
onun gibi durgun bir göl değilim ben
bir nehir gibi coşmam an meselesi
ve ne vakit
bulamazsam akacak yer
bilirim ki kendi kendime boğulurum


son senelerdir derin sohbetlerimiz
birlikte anlamaya çalışıyoruz
yaşamı insanları
siyah olan beyazlıkları
beyaz olan siyahlıkları
beraber görüyoruz
çıkamadığımız sokaklar oluyor
durduğumuz
ve o zaman derin bir suskunluk düşüyor
her ikimizi de
hayatın kolay çözülebilir olduğunu ikimizde düşünmüyoruz


onun beyaz bir tarafı var
beyaz, bembeyaz
kimsenin dokunamadığı kadar ak
belki bu aklığa ulaşmak için
dönüyor insanlar çevresinde
onun suskunluğunda
anlatıyorlar
kendi dertlerini
sevinçlerini
o ise kendi iç hazinesinde saklıyor hepsini
ve o iç hazineyi kimse bilmiyor


evet ben onu seviyorum
bir anne gibi
ve bir yanımda duran o masumluğun
suskunluğun
ondan kaynaklandığını biliyorum




ne zaman ki suskunlaşsam birinin yanında
işte o zaman huzura erip
tekrar aşık oluyorum...

© Tüm hakları  İpek Sahra Özgüler' e aittir.

Not: Dergicik 28. sayıda yayımlanmıştır.
http://kedt.ncc.metu.edu.tr/dergi/28/ adresinden ulaşabilirsiniz.

Bildiğimiz Yüzü Anlamlı Yalnızlıklardı

Sıra sıra kütüphanelerimizde dizilmiş, kalın kitapların anlatamadığı birşey vardı hayatımızda
Durgun sularımızdan fark edilen
Su dediğim öyle aleni çay, nehir ya da göl değildi
Basbayağı bir okyanus sermiştik fark edilmek için insanların önlerine
Ne elem verici
Kimse görmüyordu yağmurun ve karın berraklığından yaprak açmış çiçeklerimizi
Boğaz' ın en geniş yerinden açılmıyorlardı cesursa, umursamazca, ölüme meydan okuyarak başka okyanuslar aramaya
Limanlarda demirlenmişlerdi
Sırtları çökmüş, gözlerinin altları morlaşmış, umutsuz, aciz
El sallıyorduk umutla açıldığımızdan belirsizlikten
Açın diyorduk prangalarınızı
O prangalar ki dantel ipi kadar ince
O elleriniz ki onları parçalacak kadar güçlü
Hazin ki
Fark etmiyorlardı bizi
Güneşin yaktığı tenimizden yansıyan o nuru görmeyecek kadar kör
Güneşin parlaklığını alamayacak kadar yaşlanmışlardı
Biz ise yüzlerce yılın kalıntılarının üzerindeki sulara bodoslama atlıyorduk gözlerimiz açık
Belirsizliğin basıncına inat
Gözlerimizi kapayacağımıza sonuna kadar açıyorduk
Fersah fersah açılmış mavilerle, yeşillerle; mavi yeşilin ötesindeki diğer renklerle tenlerimizi boyuyorduk
Okyanusların saklı köşelerindeki yamuk incileri işliyorduk  saçlarımıza
Sıra sıra kütüphanelerimizde dizilmiş, kalın kitapların anlatamadığı birşey vardı hayatımızda
Hayatın meçhul yüzüne saklanıp, yolculuğa devam ediyorduk
Limanlarda demirlenmiş kaybolmuş, silinmiş yüzlerden olmamak için
Görmediğimiz okyanuslara akıyorduk
Varlıksızlığın, değersizliğin, hiçliğin resimlerinde
Kendimizi arıyorduk
Kendimiz ne eve hapsolduğumuzda  kendini gösterecek kadar aleni
Ne sahte televizyon, bilgisayar ışıklarında görünecek kadar karmaşık idi
Sade bir hale döndükçe renkleniyor
Kibrit alevi iken yanardağlardan taşıyorduk
Demiştim
Sıra sıra kütüphanelerimizde dizilmiş, kalın kitapların anlatamadığı birşey vardı hayatımızda
Bunun ne olduğunu biz bile bilmiyorduk...

© Tüm hakları  İpek Sahra Özgüler' e aittir.
Not: Dergicik 29. sayıda yayımlanmıştır.
http://kedt.ncc.metu.edu.tr/dergi/29/ adresinden ulaşabilirsiniz.